Şeniz Baş ile Söyleşi

Burcu Ünlü: Merhabalar. Öncelikle söyleşi davetimi kabul ettiğiniz için teşekkür ediyorum. Onlarca çocuk kitabı, yazmaya ilgi duyanlar için hazırlamış olduğunuz el kitapları, kutu oyunları, yayıncılık, editörlük… Şeniz Baş’ın edebiyatla bu denli bütünleşmesi nasıl başladı?

Şeniz Baş: Edebiyatla, yayıncılıkla uğraşan çoğu kişinin hikâyesi gibi benimki de. Çocuklukta inşa ettiğiniz dünya sizi bir ömür boyu izliyor. Çok okuyan, okudukları üzerine uzun uzun –belki biraz fazla- düşünen bir çocuktum. Kitapların bana açtığı kapılardan girmekten hiç imtina etmedim. Üniversite yıllarına geldiğimdeyse artık yazıyla ilgili bir meslek seçmek istediğimi biliyordum. Edebiyat Fakültesi’ne girdim. Sonrasında gazetelerde, kitap fuarlarında, kitabevlerinde, yayınevlerinde çalışma derken yol beni romanlar, çocuk kitapları yazmaya getirdi. Çok planlı geldiğimi söyleyemem hatta o kadar iyi kitaplar okudum ve öyle yazarlarla tanıştım ki yazdıklarımı kendime saklama eğilimi içindeydim. Bir gün taştı sanırım. İnsan bir yerden sonra paylaşmak istiyor. 

BÜ: Çocuk edebiyatı ana akım edebiyata oranla yazarın imgelemini ve sınırlarını daraltıyor mu?

ŞB: Farklı iki tür ve birbiriyle karşılaştırılması da pek mümkün değil. Çocuk edebiyatını kanatlarınızı istediğiniz kadar geniş açabileceğiniz, konuları daha açık konuşabileceğiniz bir alan olarak görüyorum ben. Hadi bir hikâyenin peşinden gidelim, istersek denizleraltına inebilir, istersek kötülerin peşinden gidebilir, tarihin koridorlarında dolaşabilir ya da olmayan diyarlar hayal edebiliriz diyebildiğiniz bir yazın türü. Ya da sorunlarınız, istekleriniz ve hayalleriniz var, hayat pek kolay olmuyor bazen, onları da anlatalım diyerek de yola çıkabiliyorsunuz. Çocuklara yazarken dikkat etmeniz gereken şey onların yaş gruplarına uygun kelime seçimi, cümle kuruluşu ve konuları ifade ediliş şekli olabiliyor. Onun dışında belirtmeye çalıştığım gibi yaratıcılığın önünü daha da açtığını düşünüyorum.  

BÜ: Peki, yazma hazzı ve kolaylığı/zorluğu açısından ciddi bir fark var mı?

ŞB: Her ikisi de ayrı lezzetli. Bendeki temel fark çocuklar için yazarken daha neşeli oluyorum, Alice Harikalar Diyarı’nda gibiyim o sırada. Kapılar, aynalar, hayat ve olası hayatlar… Her ikisinin de ayrı zorlukları, kolaylıkları var. Ama hadi itiraf edeyim çocuklar için yazmak daha özen istiyor. Bir de başka bir bakış açısı istiyor, çocuk tarafında olabilmeyi. Burada çocuksu olmayı kastetmediğimi özellikle belirtmek istiyorum. Ne bak ben yetişkinim ve şimdi sana bir şeyler öğretip, anlatacağım diyen didaktiklikte ne de ben yetişkinim ama çocuk ruhundan anlarım bıcı bıcı, agu gugu diyen basitlikte olmalı. Ben yetişkinim ama şimdi bunu bir kenara bırakalım, seninle bu yolculuğa çıkalım demek gerektiğine inanıyorum.

BÜ: “Kahraman ve Cellat” İthaki Yayınları etiketiyle okuyucuya sunulan ilk romanınız. Çok severek okuduğumu belirtmeden geçemeyeceğim. Aile kavramını yetişkin bir kadının (Gülce) çocukluğuna dönerek didik didik etmesi gerçekten şahaneydi. Gülce bizlere uzun ve oldukça zorlu bir dönemi anlatıyor. Bu kadar ağır bir hikâyeyi kaleme alırken psikolojik açıdan zorlandığınız anlar oldu mu?

ŞB: Öncelikle güzel değerlendirmeleriniz için çok teşekkür ederim. Ben hikâyeleri kafamda kuruyorum önce, daha doğrusu o kendi kendine bir yer bulup, kuş gibi oraya çalı çırpı taşıyarak bir yuva yapıyor. Bir süre hiç yazmadan öyle yaşıyorum o hikâyeyi. Bazen bir karakter gibi bazen diğeri gibi bazen de bir gözlemci gibi… Sonra yazma aşaması başlıyor. Kurgu yazmak halüsinatif bir süreç bir tarafıyla. Hâl böyle olunca da çok içinde oluyorum hikâyenin ve zorlandığım anlar oluyor. Öyle olmasın istiyorum bir insan olarak ama o hayat onu yaşıyor, ben başka türlü yazamam. Bazen Tahsin’in önüne durup delirdin mi sen, bir kendine gel demek istedim. Bazen Nermin’e onlar daha çocuk, çok yüklenmiyor musun diye kızdım. Bazen de çık git şu kapıdan dediğim ama Gülce’nin yerine mıhlandığı oldu. Sinirlenip masadan kalktım. Velhasıl o evin içinde olmak epeyi zorlayıcıydı benim için. 

BÜ: Her zaman söylerim, herkes anne baba olmak zorunda değil. “Kahraman ve Cellat” bunu bir kez daha hatırlatmama vesile oldu diyebilirim. Kitapta babaya odaklanıyoruz ve en çok ona sinirleniyoruz belki ama ben anneye de fazlasıyla sinirlendim. Alkolik, şiddete fazlasıyla meyilli birini baba yapmak (üç çocuk), eşi bir türlü terk etmemek, tüm olanlara rağmen her şeyi sineye çekerek evliliği devam ettirmek pek doğru gelmese de ülkemizde “kadın olmak” diye bir gerçek de var tabii. Yuvayı dişi kuş yapar, zihniyetinden kurtulabilecek miyiz sizce?

ŞB: Dediğiniz gibi kadın olmak zor. Makbul kadın olmadığınız zaman daha da zor. Makbul kadın evlenir, çocukları olur, kan kusar kızılcık şerbeti içtim der, yuvayı ayakta tutar, aile birliğini sağlar. Nermin yani anne tam böyle birisi de değil. İkisi arasında kalmış bir kadın. Yanlışı görüyor ama doğruya gidecek yolları kapalı, gücünü toplayıp denediği zaman da destek bulamıyor. Bir kadından ya da herhangi bir insandan kendi hayatının kahramanı olmayı beklemek ağır bir yük. Başaran var mı var, büyük bedeller ödeyerek yeni bir hayat kuruyor kendisine. Ama neden o kadar bedel ödesin? Bu nedenle, o evlerden çıkmaya çalışan kadınlara ailenin, toplumun ve kurumların desteği lazım. Aldı başını çıktı evden. Nereye gidecek Nerminler? Türkiye’de (TUİK 2021 verisi) 15 yaş üstü kadınların işgücüne katılım oranı %34, bu oran erkeklerde % 72. Bir yerden sonra kadının eğitim alması da işe yaramıyor. İstihdam önceliği erkeklerde. Kadınlara bu gibi durumlarda barınma, iş bulma, çocuklarıyla bir arada olma ve dahi korunma için gerekli olanaklar, destekler sağlanmadığı sürece zor.

BÜ: Son olarak, nitelikli edebiyatın mutlu azınlık için olduğu savına katılıyor musunuz?

ŞB: Olur mu öyle şey! Edebiyat herkes içindir, hikâyelere herkesin ihtiyacı var. Büyük insanlık yürüyüşü hikâyelerle süregelmiştir. İnsan bir sonraki nesile aktardığı hikâyelerle ona bu dünyada yalnız olmadığı, hissettiklerinin, yaşadıklarının, düşündüklerinin, açmazlarının ve umutlarının insan dair olduğunu anlatarak ilerlemesi için yüreklendirmiştir. İyi anlatılmış hikâyelerin herkesin aklına ve yüreğine değmesi en güçlü dileklerimden biri.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.